English

Günlük

« önceki

ARJANTİN 2017 GÜNLÜKLERİ - I

13 Mart 2017 Pazartesi

Sevgili Günlük,

Bu kez sana uzun uzun yazacak şeylerim yok. Çünkü orası hakkında yazabileceğim her şeyi 2011 ve 2016 Mart aylarında “Arjantin Günlükleri” başlığı altında sekiz ve altı bölümlük yazı dizileri olarak sana yazmıştım. Hatırlamak istersen o günlere dön, bak. Bu kez oldukça kısa bir anı aktarımı olacak, bir ya da iki bölüm, şimdiden haberin olsun.

Geçen yıl Buenos Aires dönüşü yazdığım altı bölümlük “Arjantin Günlükleri” yazısının kapanışını şu paragrafla yapmıştım:

Önce, sevişmeden sarılmayı, izleyenleri düşünmeden sadece partnerle dans etmeyi öğrenmeyi, ve en önemlisi, yaptığımız şeyin uzayı fethetmek değil sadece bir dans olduğunu bilmenin son derece önemli olduğunu söylüyorum. Bir sonraki yolculuğumun bir ay değil, bir ömür olması ümidiyle”…

Aradan tam oniki ay geçtikten sonra yine aynı günlerde, yani şubatın ilk Cuma günü Buenos Aires’e uçtum. Ancak gördüğün gibi bir ömür değil, yine sadece bir ay kalarak evime geri döndüm. Biliyorum ki bavulu toparlayıp hadi ben artık başka bir ülkede yaşamaya gidiyorum demek öyle kolay bir şey değil. Hele ki bunu 60 yaşında yapmaya kalkıyorsan işin daha da zor. Hem bavul dolusu doların yok, hem üretkenlik yılların geride kalmış, hem gittiğin ülkede konuşulan dili bilmiyorsun. Özetle başın her türlü belaya açık, üstelik gittiğin ülkenin sosyal güvenlik sistemine sadece yük olma ihtimalin var. O ülke seni neden kabul etsin, değil mi Günlükcüm.

Bundan önceki seferlerde olduğu gibi üçüncü kez bir şubat ayını yine orada geçirdim. İşi matematiğe vurursak, hayatım boyunca yaşadığım şubatların %5’ini Buenos Aires’de geçirmiş oldum. Boyum mu uzadı ? Evet !.. Yalan yalan, uzayan bir şeyim yok. Sadece yaşadığım rutinin dışına çıkmış oldum, o kadar. Tabi ki biraz fazlası var ama onu da biraz sonra anlatacağım. Bir ömür boyu gitme isteği ya da planları neden suya düştü diye merak ediyorsan hemen anlatmaya başlıyorum.

Altı yıl önce gittiğimde sudan ucuz bir ülke, süper bir latin havası, iri memeli kadınları, tam hayalimdeki tango ortamları, empanadaları, iri memeli kadın… Ah pardon, bunu yazmıştım. Hah.. Müthiş bir şehircilik planı, kolay ve ucuz toplu taşıma imkânları ve daha aklıma gelmeyen onlarca başlık nedeniyle “burada yaşanır abi” demiştim. Bir ABD Doları 4 Pesoydu. Geçen yıl gittiğimde ise fiyatlar peso olarak bir hayli yükselmiş ama Doların değeri de 15 pesoyu bulmuştu. Yani fiyatlara dolar olarak bakınca değişen bir şey yoktu. Aradan geçen beş yılda milonga girişleri yine 4 ABD Dolarına eşit bir fiyattaydı. Tamam, bizim gözümüzle böyle de, orada yaşayanlar gözüyle bakıldığında durum pek öyle görünmüyordu. Ücretler aynı oranda yükselmediği için hayat ciddi şekilde pahalılaşmıştı. Bildiğin ve bizim 90’larda ve 2000’lerde yaşadığımız enflasyonist bir ortamdan bahsediyorum. Bu yıl ise bambaşka bir manzarayla karşılaştım. Ekonomide buna ne isim verildiğini bilmiyorum ama enflasyon, yerini hayat pahalılığına bırakmış. Fiyatlar geçen yıla göre ikiye, üçe, beşe, ona katlanmış, ancak Dolar kuru 16 Pesoda sabitlenmiş. Bunun anlamı, artık pahalılıktan sadece oralılar değil, cebinde Dolar/Euro olan turistler de etkileniyor. Yani ben de etkilendim.

Örneğin belediye otobüsüne biniş, geçen yıl 3.5 Peso iken yıl içinde 6.5 Pesoya çıkmış. Ben oradayken de gelecek aydan itibaren 11 Peso olması konusunda karar çıkarıldı. Yani hemen hemen bir yılda %214 artış demek bu. Tüm milongalara belediye otobüsüyle gidip geldiğime göre pahalılığı sonuna kadar yaşadığımı söyleyebilirim. Öte yandan yaz mevsiminin ortasında domatesi bizim paramızla on liraya alıyorsan “Arjantin bitmiş abi” demekte serbestsin Sevgili Dostum. Pahalılıktan en az etkilenen şey ise içki. Tanımadığım markaları denemedim ama bildiğim viskilerin şişesi 25 liranın altında bir fiyata satılıyor. 15 lira civarında fiyatı olan markalar bile var. Özetle, sadece alkolle yaşamayı becerebilenler için, Buenos Aires bir cennet.

Bu, işin parasal boyutu. Bir de biraz sonra anlatacağım milonga organizasyonu konusunda yaşadıklarımı görünce, dışarıdan birinin gidip o şartlara uyum sağlamasının ne kadar zor olduğunu daha net anladım ve İstanbul’a buruk bir kalp ve parçalanmış hayallerle döndüm. Bence oraya gidip yerleşmek için kafaca genç olmak ya da “yaşsız” olmak yetmiyor, bildiğin “genç” olacaksın. Dillerini bilmesen de makul bir sürede yeterince konuşacaksın ama hiçbir zaman tam olarak onlardan biri olamayacağını da kabul edeceksin. Yine de Arjantin defterini kapatıp tozlu raflara kaldırmak gibi bir niyetim yok. Masanın üstünde dursun, ara sıra açıp bakarım, belki şartlar değişir yine gündeme alabilirim. Belli mi olur…

Şöyle bir düşündüm de Point en Canning işini anlatmadan önce birkaç şey daha var. Onları da kısa kısa yazmadan geçemeyeceğim. Al sana, madde madde yazıyorum:

- Buenos Aires her şeyiyle retro bir şehir. Modern yapıları olsa da şehrin çoook büyük bir kısmı eski yapılardan oluşuyor. Onun için bence en gözde meslek tamircilik. Sıhhi tesisat, inşaat, boyacı, sıvacı… Aklına hangisi geliyorsa, bunlardan biriysen sırtın yere gelmez. Onun için her mahalle veya sokakta bir empanadacı, bir pizzacı ve bir Dia veya Carrefour Express’in yanında mutlaka en az bir tane de Ferreteria, yani hırdavatçı var. Zaten evlerin veya mekanların içine girince ne kadar çok potansiyel tamir işi olduğunu açıkça görebiliyorsun. Bence dışarıdan gelip Buenos Aires’e yerleşmek isteyenler tango çevresinde değil, hırdavatçılık ekseninde bir işle uğraşmalı.
- Milongalarda gördüğüm kadarıyla erkekler içinde yeni bir tarz “in” olmaya başlamış. Bizim pistlerde de bir-iki örneğini gördüğüm tutuş ve dans etme şekli, aslında yeni bir akımmış diyebilirim. Eskiden göğüs ileride, kalça geride, kadına sadece her adımda sacada atmayı hedefleyen erkekler, yerlerini göğüs geride, göbek ileride, ciddi bakışlar ve yarı-ribaund sol dirsekleriyle kadını biraz daha önemser bir şekilde, son derece temiz adımlarla dans etmeye başlamışlar. Evet, bakışlar sadece ciddi, hiç öyle abartılı duygulu veya acı çeker mimik ve ifadeler yok. Sol omuz aşağıda, sağ omuz yukarıda, popo dışarıda. Kesinlikle odun gibi dans edenlerden daha güzel göründükleri için kadınlara çok çekici geldiklerine eminim. Tek hoşuma gitmeyen yanları, pistin dolu ya da boş olmasının onların dansını değiştirmemesi. Pistte dans ederken önünde veya arkanda bu arkadaşlardan biri varsa kimseye çarpmamak ve partnerini kollamak için dikkatini üç kez arttırman gerekiyor Günlükcüm.
- Bazı milongalarda veya bazı milongaların sadece bazı tandalarında, dans etmek için piste çıkıyorsun ve tanda bittiğinde sadece 5-10 metre gidebilmiş oluyorsun. Bu, pistte bir köşeden diğer köşeye kadar bile gidememek anlamına geliyor. Böyle bir durumda süper bir teknikle dans etmeyi bilsen ne olacak, bilmesen ne olacak. Sadece düzgün sarılmayı bil yeter (Yazarın notu: Düzgün sarıl ama fırsattan istifade çakallık numaraları yapma).
- Burada, İstanbul’da bile yaşıyor olsam, bu yaştan sonra bir kızım olsa adını Malena koyardım. Neden mi, öyle. Seviyorum bu ismi. Bi de bu yaştan sonra artık çocuk yapmasam iyi olur galiba...
- Arjantin’e giderken yanına üç şey alabilirsin deseler, biri mutlaka DJ olurdu. Tamam, DJ’ler “şey” değil ama mutlu bir milonga için olmazsa olmazlar içinde en ön sırada geliyorlar. Bir sonraki tandanın ne olacağını bilmeden yaşamak, tam Rus ruleti gibi veya günlük hayatta saatten haberi olmadan yaşamak gibi bir duygu.
-Bir gün yolda yürürken karşıdan gelen kızın gözlerini bir gördüm, anlatılacak gibi değil. Sonra kız yanımdan geçip kendime geldiğimde gözlerine tekrar bakamadığımı fark ettim. Çünkü göğüsleri o kadar güzeldi ki !.. Lanet olsun, tek tek gelin !..
- Sebzeyi özledim. Bir ay boyunca et-empanada-pizza üçgeni içinde kaybolunca, karnıyarık-bamya-türlü ve yanında pilavdan oluşan menüyü nasıl özledim, anlatamam.
-Bir ay süresince yaşadığım en büyük sorun hayat pahalılığı falan değildi. İki top Grido dondurma alınca onlar eriyip elime akmadan eve gitmek için çektiğim zorluklardı. Dondurma demek yetmiyor, Grido demek lazım. Markası bu. Anlatılmaz yaşanır. “Dos bochas gigante por favor”… Yani, “iki top külah dondurma” lütfen. Bu cümleyi öğrenmek oradaki hayatı iki kat daha zevkli hale getiriyor.
- Serengeti savanlarından Amazon ormanlarının derinliklerine düşmek gibi bir duygu. Nasıl bir şey mi ? Yemyeşil bir parkın kocaman yapay gölünün kenarında 35 derece sıcaklıkta bir saat bronzlaştıktan sonra, en yakın Grido şubesine girip dondurmayı alıp yağmurdan bir saat boyunca burnunu dışarı çıkaramayıp yolların dakikalar içinde nasıl nehir haline geldiğini görmek. Tam olarak böyle bir şey. Çok trajik bir şey değil. Çünkü aynı gece dolunay altında Salon Canning’e doğru yürümek de var…
- Oraya gidişimin ilk haftasında öğleden sonra bindiğim metroda iki-üç kadının ısrarlı bakışlarını fark ettim. “Lanet olsun, yine beğendiler” diye düşünürken biri yaklaşıp “De Queriso’daki pratiğe mi gidiyorsunuz” diye sorunca hayallerim yıkıldı. Bir akşam önceki milongada görmüşler de… Ama o kadarla bitmedi. Başka bir gün bir caddede yürürken hemen arkamda kornalar ve bağrışlar duyunca kayıtsız kalamayıp dönüp baktım. Milongalarda sık sık gördüğüm bir eleman “N’aber amigo, akşam Canning mi yoksa Cachurilo mu” demez mi !.. “Sanırım artık buralıyım” dedim.

Bu kadar laflama yeter. Yarın da Point en Canning konusunu özetlerim ve bu iş biter.

İyi geceler Günlükcüm.

Güralp

« önceki
                Web Stat